HABERLER
Emek Tarıtşmaları

5.12.2007




YENİ LİBERAL POLİTİKALARA KARŞI ÇALIŞMA HAYATININ VE SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMİNİN KORUNMASI ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK YASALARINDA DEĞİŞİME KARŞI ÇIKIŞ

Çalışma hayatımızı düzenleyen hukuki yapıyı, yasalarla ilgili gelişmeleri, bunların gelecekte nasıl olacağını tartışabilir, öngörülerde bulunabiliriz. Ama daha önemlisi, hayatımızı çevreleyen sorunlara ilişkin kendi özgün çözüm önerilerimizi, düşüncelerimizi geliştirebilmektir. Bunu hakkıyla yapabilmek için çalışma hayatımızın geçmişini ve bugününü gözden geçirmeli, nesnel olarak değerlendirmeliyiz. Çalışma hayatında sosyal hukuk düzenlemeleri sanayi devrimi ile başladı. Sanayi devrimi işçileşme, işçi sınıfının ortaya çıkması demektir. O yıllardan bu yana işçilerin, işçi örgütlerinin temel ilkesi, sosyal hayat ve çalışma koşulları bakımından emeğin korunması ve geliştirilmesi oldu. Zorlu mücadelelerle geçen yılların ve uzun sancılı bir sürecin sonunda çalışanlar belirli haklar kazandılar. Ekonomik ve sosyal hayatın gelişmesinde ilerletici gücü oluşturdular. Kısaca çalışma hayatını düzenleyen hukuk, zaman içinde sosyal gelişmenin ayrılmaz parçası ve aynası oldu.
Ama 70'li yıllardan sonra durum değişti. Krizler ve krizlere sermayenin bulduğu “çözümler”, çalışma ve sosyal hukukla sosyal gelişme arasındaki ilişkiyi derin bir şekilde etkiledi, bozdu. “Yeni” liberal politikalar, çalışma hayatını piyasa toplumuna bağımlı kıldı. Sosyal politikalar piyasanın işleyişini ve rekabet koşullarını bozan unsurlar olarak değerlendirilmeye başlandı.
Artık sosyal hakların gelişimi üzerine tartışılmıyor. Sosyal hakların nasıl törpülenebileceği, aşındırılabileceği tartışılıyor. Çalışma hakkı ve emeğin çok yönlü güvenceye kavuşturulması yerine, hakları yok eden “kuralsızlık”, hep sermaye lehine yorumlanan “esneklik” egemen oldu. Çoğulculuk ve dayanışmanın yerini bireycilik ve her türlü güvencenin ortadan kaldırılması aldı. Bugün işsizlik ciddi bir ekonomik sorun, sosyal açıdan ise derin bir yaradır. Buna sosyal hayatı düzenleyen hukukun krizi de denebilir.

SOSYAL GÜVENLİK YASALARINDA DEĞİŞİM

Geçtiğimiz yüzyılda liberal anlayışın farklı uygulamalarına, bireyci sosyal ekonomik düzenin ve hukuk sisteminin derinleştirdiği yoksulluk ve sömürüye karşı işçi sınıfı çok yönlü  mücadele yürüttü. Bu çabalar sonucu bazı ülkelerde sosyal devlet uygulamaları etkinlik kazandı. Özellikle sosyal güvenlik hakkı, sosyal devletin önemli bir kazanımı oldu. Bu nedenle günümüzde sosyal güvenlik yasalarındaki değişiklikleri, sosyal devletten uzaklaşma girişimleriyle birlikte değerlendirmek, birlikte tartışmak gerekir. “Yeni eğilimler”le anlatılmak istenen sosyal devletten, neoliberal-yeni liberal devlete yönelme baskısından, sosyal devleti aşındırma eğiliminden başka bir şey değildir. “Reform” adı altında sunulan sosyal güvenlik alanındaki değişikliklerle, gerçekte sosyal güvenliğe “hayır” denilmektedir. Güvenlik “sosyal yardım”a dönüştürülüyor. Sosyal devletin en önemli görevi olan düzenleme ve sosyal hakları güvence altına alma görevi terkediliyor. Devlet müdahalesi, “serbest piyasanın işleyişi zarar görüyor” gerekçesiyle emeğin aleyhine sonuçlandırılıyor.
Şimdi yeni  “sosyal güvenlik yapılanması” modeli, TİSK, TÜSİAD, IMF, Dünya Bankası gibi ulusal ve uluslararası örgütlerin baskılarıyla gerçekleştirilen ve küresel çapta uygulamaya konulan sosyal devleti ortadan kaldırma stratejisinin önemli bir parçası haline gelmiştir. “Yeni eğilimler” ve “sosyal güvenlikte reform” uygulamalarıyla bireyci sosyal ekonomik düzen vahşi bir biçimde uygulanmak istenmektedir.
Kısacası, çalışanların pirim ödeyerek katkıda bulunduğu, biriken fonların etkin yönetim yoluyla korunduğu, yaşlılık, işsizlik ve hastalık gibi durumlarda çalışanların hak sahibi olarak sigorta sistemi çerçevesinde yararlandığı sosyal güvenlik sistemi, “reform” arayışlarına kurban ediliyor, “ekonomik sistem çöküyor” bahanesiyle devletin temelindeki yerinden sökülüp atılmak isteniyor.

Oysa uluslararası hukukta ve anayasamızda herkesin sosyal güvenlik hakkına sahip olduğu açıkça yazılıdır. Ayrıca Yargıtay ve özellikle Anayasa Mahkemesi kararlarında sosyal güvenlik, sosyal devlet ilkesine bağlanmış, sosyal devlet de, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyan devlet olarak tanımlanmıştır. Anayasa Mahkemesi sosyal güvenlik hakkını insan onuru ve yaşama hakkıyla doğrudan ilişkilendirmiş, sosyal devletten her türlü uzaklaşmaya karşı bir tutum benimsemiş, sosyal devlet ilkesinden sapmaları reddetmiştir. Öte yandan bazı Avrupa ülkelerinde Türkiye'ye benzer olumsuz bir süreç yaşanmakla birlikte, AB normlarında da sosyal güvenlik temel bir insan hakkı olarak benimsenmiştir. Neoliberalizm ekonomik krizlerin nedeni olarak sosyal devleti göstermektedir. Bu açık bir saptırma ve demogojidir. Ekonomik durgunluğun ve işsizliğin nedenleri arasında sosyal harcamaların ve sosyal güvenliğin gelişmişliğinin gösterilmesi kabul edilemez. Gerçekte krizin nedeni sermaye düzeninin kendisidir. Reform adı altında piyasa işleyişinin gerekleri neden gösterilerek, devletin son aşamaya kadar sessiz kalmasına, sorumluluklarından kaçmasına ve ağırlığını ekonominin gerekleri adı altında sermayeden yana koymasına boyun eğilemez. Bugün çalışanlara dayatılan modeli, bir sosyal güvenlik modeli olarak onaylamak olanaksızdır.

ÇALIŞMA YASALARINDA DEĞİŞİM

Sosyal devletin ortaya çıkışı ve güçlenmesi en dar anlamda bile emeğin haklarına yasal güvenceler sağlanmasıyla gerçekleşmiştir. Geniş anlamda ise emeğin yasal bir güvenceye kavuşması, onun kurucu rolünün hukuki düzenlemelerde de benimsenmesi anlamı taşır. Bir başka anlatımla, sosyal hakların ve özellikle kollektif hakların anayasal düzenleme içinde yer alması ve tüm diğer düzenlemeler için bir dayanak, bir temel oluşturmasıdır. Sosyal devlet, işçi sınıfının tarihi mücadelelerinin kazanımlarının bir sonucudur. Bu, işçilerin örgütleri, sendikaları aracılığıyla ve toplum adına serbest piyasa düzenine, ücret sistemine müdahele edebilmeleri demektir.
Oysa “yeni” liberal görüş ve uygulamalar ile çalışma yasalarıyla ilgili sözde “reform”ların temel amacı, emeği toplumun kurucu unsuru olmaktan çıkarmak, dışlamaktır. Bireyci sosyo ekonomik düzenin, bireyci hukuk düzeninin egemen kılınması, işçilerin, sendikaları aracılığıyla sosyal hak arayışı için topluca hareket etmelerini zorlaştırmayı, önlemeyi amaçlamaktadır. Burada çalışma yasaları olarak bireysel ve kollektif hakları düzenleyen yasalar önem kazanıyor. Bu yasalarda gerçekleştirilen kavram değişiklikleri, elde edilen hakları yok etme eğilimini ele veriyor. Örneğin, iş hukukunun temel ilkelerinden biri olan “işçinin korunması” ilkesi “işyerinin korunması”na dönüştürülmekte, özü ortadan kaldırılmaktadır. Bu nedenle çalışma yasalarındaki değişikliklerin hukuk tekniğine indirgenmesinin önüne geçilmeli, sahte reform önerileri sınıfsal ilişkiler kapsamında değerlendirilerek, karşı politikalar geliştirilmelidir. Karşı karşıya kalınan bu durumda, çalışma yasalarını koruyacak ve geliştirecek olan toplumsal güçler arasındaki ilişkileri yeniden işçi sınıfı lehine çevirmenin yolları aranmalıdır. Bu mücadele, sendikal hareketin bir bütün olarak ekonomik, sosyal ve siyasal güç kullanımını harekete geçirmesi, doğru, tutarlı bir irade ortaya koyabilmesiyle başarıya ulaşabilir.

İşçilerin mücadelesini başarılı kılabilecek bir diğer öncelik de toplumsal özgürlüğün güçlenmesine katkı sağlamaktır. Bu katkı sağlanamazsa, “işçiler harekete geçer, grev gerçek bir hak alma aracına dönüşürse ekenomi ve demokrasi zarar görür” masalı yaygınlaşacaktır. Demokrasi ve özgürlüğün tehlikeye gireceği korkusunun yarattığı baskı ile sessizleştirilmiş kitleler, gerçekleştirilecek olumsuz yasal düzenlemelere karşı dilsiz ve eylemsiz kalırlar.  Yeni liberal hareketin savunucularının işçi hareketinin istemlerini görmezden gelmelerinin nedeni ve gerekçesi budur. Sosyal devlet bu nedenle tasfiye edilmekte, makro ekonomi dogmalarıyla sosyal haklar budanmak istenmektedir. Böylelikle demokrasi ve özgürlük mücadelesi yığınların, sınıfların işi olmaktan çıkartılmakta, bireylerin çaresiz eylemine dönüştürülmektedir. İşte bu nedenle işçi sınıfının güç ilişkilerini belirleme kabiliyeti önem kazanmıştır. Bir başka deyişle, sendikal hareketin toplu pazarlık hakkını içeren ekonomik fonksiyonu, toplumsal politikalarda söz sahibi olma fonksiyonuyla bütünleşmelidir. İşçi sınıfının mücadelesi genel demokratikleşme mücadelesinin ayrılmaz bir parçasını ve onun itici gücünü oluşturmalıdır.

DEVLETİ EMEĞE DUYARLI KILMAK

Yeni liberal politikalarla mücadele edebilmek, yasal alandaki değişiklikleri etkileyebilmek ideolojik, siyasal, ekonomik ve hukuksal alanlarda gösterilecek çabaya sıkı sıkı bağlıdır. Burada temel amaç devleti işçi sınıfının isteklerine karşı duyarlı hale getirmek olmalıdır. İşleyişi çelişkilerden bağımsız olmayan devleti, işçi sınıfının politikalarına, etkileme kanallarına açık hale getirmek büyük önem taşımaktadır. Bir diğer anlatımla sermayenin devleti sahiplenmesine karşı yeni mevziler kazanmak gerekmektedir. Bu nedenle yeni liberal politikaların ekonomi ile siyaseti birbirinden ayıran, ekonominin işleyişini mutlak yasalara bağlıymış gibi gösteren anlayışını reddetmek gereklidir. Ekonomik faaliyetler tümüyle toplumsal alana aittir, siyasi faaliyetler ve ekonomik alan birbirinden ayrı düşünülemez. Ekonomi siyasete, dolayısıyla da sosyal devlet ilkesine tabi kılınmalıdır. Bu amaca ulaşabilmek, yeni liberal politikaları geçersiz kılabilmek için yoğun, tutarlı ve kollektif bir çaba gereklidir.
Bu mücadele açısından önem taşıyan bir nokta da, mücadeleyi iç hukuk alanına hapsetmekten kaçınmaktır. Türkiye'de egemen olan anlayışı kırarak, mücadeleyi yalnızca iç hukuk temelinde yürütmekle yetinmemek, ulusüstü hukuk temelinde de somutlaştırabilmek zorunludur. Sosyal hukuk alanında anayasal anlamda Türkiye'yi bağlayan uluslararası sözleşmeler ve antlaşmalar, Anayasanın 90. maddesi gereği uyulması zorunlu hükümler haline gelmiş bulunmaktadır. Artık siyasal iktidarlar, yargı ve tüm sosyal sınıflar bu yeni duruma uymak zorundadırlar. Burada “serbest piyasa ekonomisinin gerekleri” türünden bir gerekçe geçerli olamaz. Sonuç olarak önceliğimiz çalışma ve sosyal güvenlik yasalarında gerilemeyi reddetmek, madde değişikliklerinin ötesinde ulusüstü hukuka da dayanarak, sosyal hukuk açısından temel hak ve özgürlüklerin önünü açan,  yasal bir ortam yaratmaktır.   Bu, sosyal devletin yeniden benimsenmesiyle, emeğin kurucu unsur olarak kabul gördüğü, güvenceye sahip toplumsal bir yapıyla eş anlamlıdır. Bu amaçlara ancak kararlı ve tutarlı bir mücadeleyle ulaşılabilir.

     
Site içi arama:

Lastik-İş'ten Haberler



Adres: Küçük Çamlıca Mah. Üçpınarlar Cad. No:83 RIZA KUAS Genel Merkez Binası 34696 Üsküdar İSTANBUL
Tel: (0216) 339 04 00 (Pbx) Fax: (0216) 339 23 13
E-Posta: lastik-is@lastik-is.org.tr



Her Hakkı Saklıdır. Copyright www.lastik-is.org.tr