506/m.79
• Hizmet Tespiti
YER VE ZAMAN İÇERMEYEN VE HERHANGİ BİR RESMİ BELGE İLE KONTROL İMKANI OLMAYAN SOYUT TANIK İFADELERİ ESAS ALINMAK SURETİYLE HÜKÜM KURULMASI USUL VE YASAYA AYKIRIDIR.
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2004/21 - 742 K. 2004/744 T. 22.12.2004 DAVA: Taraflar arasındaki “hizmet tespiti” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kartal 2. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 17.09.2003 gün ve 2002/331E, 2003/421K sayılı kararın incelenmesi davalı SSK vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 26.01.2004 gün ve 2003/10218, 2004/532 sayılı ilamı ile; …..Mahkemece bozma ilamına uyulduğu halde gereği yerine getirilmemiştir. Davacı davalılara ait işyerinde 01.10.1975 yılında sigortalı olarak çalışmaya başladığını ve bu tarihin sigortalılık başlangıcı olarak tespitini istemiştir. Mahkemece ilamda belirtildiği şekilde istemin kabulüne karar verilmişse de bu sonuç usul ve yasaya uygun değildir. Mahkemece bozma ilamına uyulmasından sonra sürdürülen yargılama aşamasında kurumdan mevcut özlük dosyası örneği getirilmiştir. Gelen belgeler arasında dönem bordroları olmadığı gibi, komşu işyerleri ve kayıtlara geçmiş kişiler de araştırılmamıştır. Dinlenen davacı tanıklara kayıtlara geçmiş kişiler değildir. Mahkemece yapılacak iş, işe giriş bildirgelerindeki işyeri sicil no.su yazılarak dönem bordrolarını getirmek, davacıdan başka çalışan varsa bilgisine başvurmak, yoksa komşu işyerlerinde çalışanlar araştırılıp tespit edilerek tanık sıfatıyla bilgilerine başvurmak olayın aydınlanması bakımından zaruridir. Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın eksik araştırma ve incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. O halde davalı Kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Temyiz Eden: Davalı SSK vekili Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlara okunduktan sonra gereği görüşüldü: KARAR: A- Davanın konusu: Dava, sigortalılığın başlangıcının tespiti istemine ilişkindir. B- Davacının isteminin özeti: Davacı, 01.10.1975 tarihinden 31.12.1975 tarihine kadar davalı firmaya ait işyerinde çalışmasına rağmen, bu çalışmasının diğer davalı kurum tarafından kabul edilmediğini, davalı firmanın 01.10.1975 tarihinde işe giriş bildirgesini düzenleyip kuruma göndermesine karşılık, dönem bordrolarında ve sigorta bildirgelerinde kendisinin gösterilmediğini, bunda hem işyeri sahibi firmanın hem de burasını denetlemekle görevli SSK’nın kusurlu olduğunu ileri sürerek, 01.10.1975 tarihinde çalışmaya başladığının tespitine karar verilmesini istemiştir. C- Davalının cevabının özeti: Davalı SSK vekili davanın haksız olduğunu ileri sürerek reddi gerektiğini savunmuştur. D- Yerel Mahkemenin kararının özeti: Mahkemece; gelen belgelerin ve tanık sözlerinin birbirini tamamladığı, işe giriş bildirgesi verilmesinin ve bunun kurum kayıtlarına geçmesinin o işyerinde en az bir gün süre ile çalışmaya karine oluşturduğu, davalı kurumun bu karinenin aksini kanıtlayan bir delil sunamadığı gerekçesiyle, davanın kabulüne karar verilmiştir. E- Temyiz evresi ve direnme: Hüküm, davalı kurum vekilinin temyizi üzerine, Özel Dairece, yukarıya aynen alınan gerekçe ile bozulmuş, yerel mahkeme bu bozmaya karşı önceki gerekçeleri yineleyerek direnmiş ve davanın kabulüne karar vermiştir. (12 Eylül 2005)
506/m.79 • Çalışma Süresinin Tespiti • Husumet
HİZMET TESPİTİNE YÖNELİK DAVALARDA SOSYAL GÜVENLİK VE KAMU DÜZENİ İLKELERİ GÖZETİLEREK SORUŞTURMA GENİŞLETİLMEK SURETİYLE SONUCA GİDİLMELİDİR.
YARGITAY 21. HUKUK DAİRESİ E. 2003/9585 K. 2003/10903 T. 25.12.2003 DAVA: Davacı, davalılardan işverene ait işyerinde Temmuz / 1994- Temmuz / 1996 ve 01.09.1999 – 27.11.1999 tarihleri arasında geçen çalışmalarının tespitine karar verilmesini istemiştir. Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin reddine karar vermiştir. Hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve tetkik hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sorma işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi: KARAR: Davacı, 10.07.1994 – 08.03.1996 tarihleri arasında davalıya ait işyerinde hizmet akdine dayalı olarak geçen ve Kuruma kayıt ve tescil edilemeyen çalışmaların tespiti istemine ilişkindir. Mahkemece, B. İsimli şahıs hakkında dava açılmadığı gerekçesiyle husumet yönünden davanın reddine karar verilmiş ise de bu sonuç usul ve yasaya uygun değildir. Gerçekten bu tür hizmet tespitine yönelik davaların kamu düzenini ilgilendirdiği ve bu nedenle özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesi icap ettiği Dairemizin ve giderek Yargıtay’ın içtihadı gereğidir. Yasal dayanağı 506 sayılı yasanın 79/10. maddesi olan bu tür davalarda, öncelikle davacının çalışmasına ilişkin belgelerin, işveren tarafından verilip verilmediği ya da çalıştıklarının kurumca tespit edilip edilmediği yöntemince araştırılmalıdır. Bu yasal koşul olmuşsa işyerinde o dönemde gerçekten var olup olmadığı, Kanun kapsamında veya kapsama alınacak nitelikte bulunup bulunmadığı eksiksiz bir şekilde belirlenmeli daha sonra çalışma iddiasının gerçeğe uygunluğu özel bir duyarlılıkla araştırılmalıdır. Mahkemece yapılacak iş, B. İle davalı….. A.Ş.’nin aynı adreste, aynı işi yaptıkları da göz önünde tutularak, B.’yi de yöntemince davaya dahil etmek, onun gösterdiği delilleri de toplamak ve ayrıca tesbiti istenilen dönemde davacı ile birlikte çalışan ve kayıtlara geçmiş kişiler ile komşu işyerlerinin kayıtlarına, geçmiş kişilerin ayrıntılı bilgilerine başvurulmak ve sonucuna göre davanın hangi işveren yanında hangi sürelerde çalıştığını açıkça tesbit etmektir. Mahkemenin,bu tür davaların Sosyal güvenliğe ilişkin olması ve kamu düzenini ilgilendirdiği dikkate alınarak gerektiğinde, doğrudan soruşturmayı genişletmek suretiyle ve olabildiğince delilleri toplayıp, bunları birlikte değerlendirerek olumlu veya olumsuz bir sonuca gitmesi gerekirken, B. Hakkında dava açılmadığından bahisle husumet nedeniyle istemi reddetmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir. O halde, davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır. SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 25.12.2003 gününde oybirliğiyle karar verildi. (20 Aralık 2004)
506/m.79 • SSK TEMİNAT VE HAKEDİŞLERİ SADECE PRİM BORÇLARINA KARŞILIK TUTULABİLİR. • ASIL İŞVEREN, TALİ İŞVEREN OLAN TAŞERONUN BORÇ VE ALACAKALRINDAN MÜTESELSİLEN SORUMLUDUR.
ÖZET: SSK teminat ve hak edişleri, idari para cezasına karşılık tutulamaz, sadece prim borçlarına karşılık tutulabilir. Bu nedenle, SSK’nin asıl işverene yazdığı taşerona ait idari para cezasının asıl işverenin teminat ve hak edişlerini karşılık tutarak tahsil edeceğine ilişkin yazı geçerli değildir. Asıl işveren hiçbir itirazda bulunmadan ödemeyi yapmışsa, parayı geri isteyemez. Ayrıca, asıl işveren, tali işveren niteliğindeki taşeronun yasal yükümlülüklerini yerine getirmemesinin sonuçlarından da sorumludur. Ekonomik bakımdan daha güçsüz olan taşeronların sigortalılarının güvenceye almaya yönelik bu hüküm idari para cezalarını da kapsar.
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 1991/10-277 K. 1991/359 T. 12.06.1991 DAVA: Taraflar arasındaki “idari para cezasının Sosyal Sigortalar Kurumu’ndan istirdadı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ankara Altıncı İş Hakimliği’nce, davanın reddine dair verilen 11.10.1989 T. Ve 1126/637 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 15.05.1990 gün ve 8112 / 4602 sayılı ilamıyla; “Davacı işveren şirket almış olduğu (A) İnşaat ve Kazı Makineleri Fabrikası yapım işinin bazı bölümlerini aracı (taşeron) O,A,A ve Y’ye vermiş, Kurumca aracı (taşeron) işverenlere yapılan kayıt ibraz tebligatına rağmen kayıtların ibraz edilmemesi nedeniyle tahakkuk ettirilen idari para cezaları asıl işveren davacı (B) İnşaat ve İşletme A.Ş’den istenmiştir. İdari para cezalarının ödenmesi halinde teminatın serbest bırakılacağı aksi halde icraen tahsili cihetine gidileceği 24.07.1987 tarihli ve 74665 sayılı yazı ile ihtar edilmesi üzerine, davacı şirket, aracı (taşeron) işverenler adına tahakkuk ettirilen idari para cezalarını yatırmış, yatırılan bu paranın geri verilmesi hakkındaki 31.08.1989 tarihli yazılı istemin Kurum’ca kabul edilmemesi üzerine açılan bu davada, haksız olarak kendilerinden alınan 2.140.000 TL para cezasının Kurum’dan istirdadına karar verilmesi talep ve dava olunmuştur. O, A, A ve Y’nin aracı (taşeron) olduğu, bu aracılara yapılan kayıt ibraz tebligatına rağmen kayıt ibraz etmemeleri nedeniyle kendilerine cem’an 2.140.000 TL idari para cezası tayin edildiği konularında uyuşmazlık bulunmamaktadır. Bu nedenle çözümlenmesi gereken hukuksal sorun, aracı (taşeron) işverenlere, kayıtları ihtara rağmen ibraz etmemeleri nedeniyle tayin edilen idari para cezalarından asıl işverenin sorumlu olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. İdari para cezalarının kimlerden ve ne şekilde tahsil edileceği 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 8 ve 140. maddelerinde gösterilmiştir. Anılan maddede yazılı işverenin idari para cezası tayin edilen işveren, yani olayımızdaki aracı (taşeron) işveren olduğu açıktır. Aracı (taşeron) işverenin cezai yönden idari para cezasından sorumluluğu kişisel olup bu cezadan asıl işverenin sorumlu tutulamayacağı ortadadır. Bu konuda açık bir yasa hükmü bulunmadıkça aracı (taşeron) işverenin suç teşkil eden fiili sonucu tayin edilen idari para cezasından onunla birlikte bir başkasının örneğin, asıl işverenin sorumlu tutulması mümkün değildir. Böyle bir durumun ceza hukuku ilkeleri ile bağdaşmazlığı açık-seçiktir. Aynı kanunun 87. maddesine dayanılarak idari para cezasının asıl işverenden istenip istenmeyeceği “ödev” sözcüğünün yorumu ile ilgilidir. 87. maddeyi sigortalılar üçüncü bir kişinin aracılığı ile işe girmiş ve bununla sözleşme yapmış olsalar bile, bu kanunun işverene yüklediği ödevlerden dolayı, (Hangi ödevlerden dolayı? Bu konunun alınan sigortalı yönünden işverene yüklediği ödevlerden dolayı) aracı olan üçüncü kişi ile birlikte asıl işveren de sorumludur, şeklinde anlamak gerekir. Sigorta haklarının aracı vasıtasıyla işe girilmesi halinde kaybolması ihtimalini önlemek maksadı ile anılan maddenin getirdiği hükümet gerekçesinde belirgin biçimde vurgulanmış olması da bu sonucu doğrulamaktadır. 506 sayılı yasanın 140. maddesinde yazılı suçlar hakkında mahkemelerce hükmolunan para cezaları savcılık kanalı ile tahsil edilip Kurum’a verilmekte ve bu para cezaları kamu para cezası sayılmakta iken ve 87. madde kapsamına girmediği tartışmasızken, 81. ve 140. maddelerin 3395 sayılı Kanun’la değiştirilip cezaların idari para cezasına dönüştürülmesi ve tahsil şeklinin değiştirilmesi üzerine para cezalarının da 87. madde kapsamına girdiği ve yorum şeklinin yasa koyucunun bidayetteki amaca uygun olduğu söylenemez. Mahkemece “bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeden istemin kabulü yerine reddi yolunda hüküm kurulmuş olması usule ve yasaya aykırıdır” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki ararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: KARAR: Davacı, işveren (B) İnşaat ve İşletme A.Ş. Genel Müdürlüğünün (A) İnşaat ve Kazı Makineleri Fabrikası yapımı işini üstlendiği, işin bazı bölüm ve eklentilerinde O,A,A;Y isimli üçüncü kişilere (Taşeronlara) işverdiği, bu kişilerin, asıl işverenden aldıkları bu işleri yapabilmek için işçi çalıştırdıkları Sosyal Sigortalar Kurumunun bu tali işverenlere kayıt ve belge ibrazı için tebligat yaptığı, bunların kayıt ve belge ibraz etmedikleri ve bu nedenle 506 sayılı kanunun 79/3. maddesi uyarınca Kurum tarafından idari para cezasına çarptırıldıkları idari para cezası yükümlülüklerinin kesinleştiği, Kurum’un bu para cezalarını, anılan kanunun 87. maddesine dayanarak asıl işverenden istediği, ihale makamından iş alan asıl işveren durumundaki (B) İnşaat ve İşletme A.Ş. Genel Müdürlüğünün, bu cezaları Sosyal Sigortalar Kurumuna ödediği, sonradan, söz konusu paraların yanlış ve haksız alındığını ileri sürerek faiziyle birlikte Sosyal Sigortalar Kurum’dan geri alınması için işbu davayı açtığı dosya içeriğinden anlaşılmaktadır. Öte yandan, Kurum’un 24.07.1989 tarihli yazısı ile, para cezalarını ödemedikçe teminatları serbest bırakmayacağını bildirmesi üzerine, 28.08.1989 tarih 1039-1042 nolu makbuzlarla hiçbir kaydı ihtirazı dahi dermeyan edilmeden ve taşeronların yaptırdığı şeklinde düzenlenen makbuzlarla paraların ödendiği 31.08.1989 tarihinde davacı işverenin Kurum’a dilekçe ile başvurup, paraları geri istediği görülmektedir. Kurum’un 24.07.1989 tarihli yazısını, manevi cebir olarak yorumlamak olanaksızdır. Çünkü, 506 sayılı kanun, m.83 hükmünce, kurum teminat ve hak edişleri idari para cezasına karşılık tutulamaz. Sadece prim borcu için karşılık tutulabilir. Bu nedenle kurum yazısı geçersizdir. Kurum bu yola gittiğinde ihale makamından iş alan asıl işverenin, teminat ve hak edişlerinin serbest bırakılmasını 83. maddeye dayanarak sağlanmasına yasal olanak bulunduğundan ödemelerin cebri olduğu düşünülemez. Söz konusu paraların hiçbir kaydı ihtiraza dahi dermeyan edilmeden ve rızaen ödendiği ortadır. Çözümlenmesi gereken hukuksal sorun, söz konusu paraları, asıl işverenin, Kurum’dan geri istemek hakkına sahip olup olmadığı, Kurumun tali işverenlerin kayıt ve belge ibraz etme yükümlülüklerine aykırı davranmalarından dolayı, kendilerine uygulanan idari para cezalarının ödenmesinden, 506 sayılı kanunun madde 87 çerçevesinde ihale makamından iş alan asıl işverenlerin de müteselsilen sorumlu olup olmadıkları ve müteselsil sorumluluk çerçevesinde ödeme vaki olmuşsa, geri alma hakkının kime karşı kullanılabileceği konularını açıklığa kavuşturmaktan ibarettir. 3395 sayılı yasa ile 506 sayılı Kanun’un m.79 değiştirilmiştir. 79/1. maddeye göre işveren bir ay içerisinde çalıştırdığı sigortalının, sigorta primleri hesabına esas tutulan kazançlar toplamı ve prim ödeme gün ve sayıları ile sigorta primlerini gösteren ve örneği yönetmelikle belirtilen prim belgelerin, ait olduğu ayı takip eden ayın sonuna kadar Kurum’a vermekle bu belgelerin muhteviyatını doğrulayacak muteber işyeri kayıtlarının Kurum’ca istenilmesi halinde ibraz etmekle veya sigortalı çalıştırmadığı takdirde bu hususu yazılı olarak önceden Kurum’a bildirmekle yükümlüdür. Buradaki işveren deyiminin bu olayda olduğu gibi, ihale makamından iş yükümlenen asıl işverenlerden işin bir bölümü ve eklentisinde iş kabul eden taşeronlar-tali işverenleri de kapsadığı, bunların kendi adlarına çalıştıkları sigortalılar için 79/1. maddedeki yükümlülükleri yerine getirmek zorunda oldukları kuşkusuzdur. 506 sayılı Kanunun ortak hükümleri bölümünde yer alan ve 79/1. maddedeki yükümlülüklere de şamil olan, 87. maddesi, “Sigortalılar üçüncü bir kişinin aracılığıyla işe girmiş ve bununla sözleşme yapmış olsalar bile, bu kanunun işverene yüklediği ödevlerden dolayı aracı olan üçüncü kişi ile birlikte asıl işveren de sorumludur. Bir işte veya işin bölüm ve eklentilerinde işverenden iş alan ve kendi adına sigortalı çalıştıran üçüncü kişiye aracı denir” kurallarını içermektedir. Yukarıda açıklandığı gibi bu aracılar nitelikçe, tali işveren taşerondurlar. Zira kendi adlarına, işin bir bölümü ve eklentisinde işin ikmali için 506 sayılı kanun, m.4/1’deki tanıma uygun biçimde sigortalı çalıştırmaktadırlar. Bu nedenle de 79/1’deki yükümlülüklere muhataptırlar. 79/1. maddedeki yükümlülüğe aykırı davranmanın yaptırımı ise, 79/3 ve 79/5’de gösterilmiştir. 79/5. maddeye göre Kurum, re’sen belge düzenleme ve prim tespiti yapabildiği gibi bunlara etkileyici bir yaptırım olarak 79/3. fıkradaki “Bu yükümlülükleri yerine getirmeyen işverenler hakkında 140. madde hükümleri uygulanır” kuralı gereğince, idari para cezası uygulanabilir. Böylece, 3395 sayılı kanundan ölçümleme sistemi kaldırılıp, re’sen düzenleme ve tespit ve idari para cezası sistemleri getirilerek, yaptırım belirlenmiş ve sistem güçlendirilmiştir. Aynı şekilde, mahkemelerce ilamla uygulanan ve Ceza mahkemeleri usulü Kanununa göre Cumhuriyet Savcılıklarınca tahsil edilen ve ceza hukuku alanına giren Ağır para cezaları yerine, Kurum’ca verilen, idari para cezası vasfında ve 81. madde yapılan değişiklikle belge ile belirlenen ve icra dairelerince tahsil edilen yaptırımlar getirilmiştir. Geri alınması istenen idari para cezalarının yasal biçimde oluşturduğu ve kesinleştiği tartışmasızdır. Bu paraların yasal alacaklı Kurum veznesine yatırıldığı ve Kurum’un idari para cezası alacağını böylece tahsil ettiği de ortadadır. Bu idari para cezalarının asıl borçlularının ihale makamından iş alan asıl işveren davacıdan işin kimi bölüm ve eklentilerinde iş yükümlenen tali işverenler olduğu ve 79/1. maddedeki yükümlülüklerine aykırı davranmaları nedeniyle sadece tali işverenler hakkında uygulandığı da meydandadır. O halde bu idari para cezalarının “Bu Kanun’un işverene yüklediği ödevler”e uyulmamasının sonucu ve yaptırımı olduğu belirgindir. 506 sayılı kanun maddesinde, tali işverenin ödevine uymamasının sonuçlarından asıl işverenin de sorumlu olacağı kuralını koymuştur. Zira tali işverenler hayat deneyimleriyle ortadadır ki ekonomik bakımdan asıl işverenlere göre güçsüz kişilerdir. Bunların kişisel olarak sorumlu tutulmaları, gerek sigortalıların gerek sigortalılara verilecek sosyal güvenlik haklarını uygulayan Sosyal Sigortalar Kurumu!nun hak ve alacaklarını güvenceye almakta yetersiz olabilir. Bu nedenle yasa koyucu, ortak yükümlerde madde 87 ile tali işverenlerin ödevlerine uymamalarının yaptırımlarından, güçlü asıl işverenleri de müteselsil sorumlu tutan, sosyal güvenlik hukukunun isteklerine uygun düşen, bir düzenleme yapmıştır. Bu düzenleme gereğince, Kurumun parasal hak ve alacaklarından, ihale makamından iş alan asıl işverenler de sorumludur. İşte asıl işveren bu müteselsil sorumluluk gereğince tali işverenin idari para cezasından sorumludur. Bunu Kurum’a ödemiş ise Kurumdan geri isteyemez. Ödemekle yükümlü olduğu bir borcu ödemiştir. Fakat asıl yükümlü tali işverenlere rücu edilebilir. Ne var ki, tali işverenler hakkında yöntemince açılmış bir dav bulunmadığından yasal alacaklı Kurum aleyhine açılan davanın reddi gerekir. Bu itibarla mahkemece mevcut delillerin değerlendirilmesi suretiyle davanın reddedilmesi doğrudur. O halde usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararı onanmalıdır. SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, 12.06.1991 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
|